The Godfather
Hoşgeldin! Sana reddedemeyeceğin bir teklif sunuyorum. Sitemize üye olup İtalyan Mafyası'nın ve derin devletin gizemini tatmaya ne dersin?
The Godfather
Hoşgeldin! Sana reddedemeyeceğin bir teklif sunuyorum. Sitemize üye olup İtalyan Mafyası'nın ve derin devletin gizemini tatmaya ne dersin?
The Godfather
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

The Godfather

Size Reddedemeyeceğiniz Bir Teklifimiz Var.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Lulu Hellenna Bones

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Lulu Hellenna Bones
Rütbesiz



Mesaj Sayısı : 2

Lulu Hellenna Bones Empty
MesajKonu: Lulu Hellenna Bones   Lulu Hellenna Bones Icon_minitimeCuma Ocak 27, 2012 2:26 pm

Her şey bitmişti.

Uğruna savaştığı şeyler küle dönüşmüş, her gün uyandığında ona yataktan kalkacak gücü ve umudu veren kişiler artık sadece bir anıydı.

Kız karşısında cansız ve hareketsizce yatan bedene göz yaşlarından buğulanmış gözlerini dikmişti; sanki bedenin her an canlanmasınıp onu avutmasını bekler gibiydi. Tabii öyle bir şey asla olmayacaktı. Yerde yatan çocuk ölmüştü. Bunu düşünmek bile ağzında acı bir tat bırakıyordu, hatta kalbini parçalıyormuş gibi hissettiriyordu kıza. Kız göz yaşlarını beceriksizce temizlemeye çalıştı yüzünden, ağlamaya alışık değildi. Ağlamak nedir, onu bile unutmuştu zamanla. Bu rahatlatıcı boşalma hissini uzun zamandır hissetmemiş; sanki bütün günahları bu göz yaşlarıyla vücudundan dışarı çıkıyorlardı. “Her zaman öleceklere acırız. Halbuki, geride kalanlara acımamız gerekir. Sonuçta asıl yok olan onlar.”

Bu sözler zihninde yankılanıp duruyordu. Bunlar annesi tarafından söylenmiş laflardı; Lulu annesini bir imparotorluğa benzetiyordu ancak çünkü kadının hayatı aynı bir impartorluğun hayatı gibiydi. Oluşma dönemini tamamlamış, kişiliğini bulmuştu. Yükseliş döneminde herkese korku saçmış, herkes ona saygı duymuştu. Duraksamaya Lulu büyürken geçmişti; yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuş, artık eskisi kadar sayılıp sevilmiyordu. Gerileme dönemini hızlıca atlamış, Dağılma dönemine girmişti bile. Artık sadece eskiler onun adını biliyordu, neredeyse kimse onun hakkında düşünmüyordu bile. Bu yüzden Lulu daha önce annesinin sözlerine çok dikkat etmemişti ama biliyordu ki annesi ne kadar kötü de olursa olsun her zaman doğru şeyler söylerdi. Şimdi ise, Lulu bu sözlerinin doğru olmaması için dua ediyordu ama aklının bir köşesinden zayıf bir ses ona annesinin haklı olduğunu bildiğini fısıldayıp duruyordu.

“Yeter!” diye bağırdı Lulu acı ve ızdırap içinde, ayağa fırlamıştı hızla. Göz yaşları havada uçuştu ve Lulu hıçkırdı. Kendini hiç bu kadar güçsüz ve zayıf hissetmemişti; sanki biri ruhundaki bütün enerjiyi çalmış ve geriye bomboş bir kabuk bırakıp gitmişti. Sendeleyerek birkaç adım geri attı; başı dönüyordu ve midesi bulanıyordu. Arkadaşı hala aynı pozisyonda yerde yatıyordu, hala eskisi kadar cansızdı; hatta belki de daha cansız. Lulu tekrar ağlayarak tekrar hıçkırdı ve yüzünü kirlenmiş avuçlarına gömmekte buldu çözümü. Kimsenin onu bu halinde görmesini istemiyordu; o Lulu Hellenna Bones’tu. İstediğine korku saçmayı başarırdı, istediğiyle dalga geçip oynardı, istediğiyle de gayet samimi olurdu ama asla böyle kırılgan ve güçsüz olmazdı birinin karşısında. Buna hakkı yoktu ki yaşadığı hayatta; eğer güçsüz ve kırılgan olursa yerdeki ceset kendininki olurdu, arkadaşınınki değil.

Bu düşüncesinden sonra içinde büyük bir öfke dalgası kabardı; ne zaman güçsüz ve kırılgan olmaya hakkı olmuştu ki? Çocukken bile annesi tarafından dövüş sanatlarında eğitilmiş, insanlar nasıl kandırılır ondan öğrenmişti; nasıl silah tutacağını ve o silahlarla nasıl savaşacağını da ondan öğrenmişti, bildiği birkaç farklı dile de ondan. Hiçbir zaman normal çocuklar gibi olmamıştı; onlar gibi arkadaş edinememişti, parka gidememişti, sokaklarda koşamamıştı, mutlu çocukluk yaraları da olmamıştı herkesin sahip olduğu. Normal çocukların en büyük derdi anne babalarının onlara istedikleri oyuncakları almamaları ve istediklerini yapmamalarıydı; Lulu’nun ise derdi yatağına girdiğinde yarın hangi tür bir eğitimle karşılaşacağını düşünerek korkuyla ve sıkıntıyla uyuyakalmasıydı.

Çocukluğundan sonrası da normal değildi zaten. Annesinden 8 yaşından ayırılmıştı ve onu başka bir 8 yıl boyunca görmemişti. Sığınak diye adlandırılan yerlere götürmüştü onu annesinden ayıran adamlar, yeni evi orası olmuştu. Sığınak da ona iki kişilik, hücre gibi pis ve iğrenç; demirden yapılmış bir kapısı ve ranzası olan bir oda vermişlerdi. Odaya ilk geldiğinde odada yalnız kalıyordu. Bu korkutucuydu ama aynı zamanda da rahatlatıcı. Yalnız olduğu için korkuyordu ama başka biriyle başına kötü bir şeyler gelebileceği ihtimalı olduğunu düşününce rahatlıyordu. Zamanla alışmaya başladı bu asker kampı gibi yere, zaten hayatı boyunca asker olacakmış gibi eğitilmeye başlanmıştı; öyle de devam edince çok yadırgamadı. Sadece annesinden daha katılardı ve onlara karşı çıkarlarsa kaba kuvvet kullanmaktan kaçınmıyorlardı. Onların ihtiyacı olan itaatkar ve beyni yıkanmış askerledi; isyankar ve kendi özgür ve yaratıcı düşünceleri olan çocuklar değildi. Lulu’nun itaat edemeyen ruhu, deli dolu düşünceleri ve keskin ağzı zamanla öğrenmişti bunların bu yerde yasak olduğun. Zamanla daha az sorun çıkarmaya başladı ama yine de en çok sorun çıkaranlardan biri oluyordu hep. Adamlardan bu yüzden az dayak yememiş, az işkence çekmemişti. Bunları hatırlayınca sanki kar fırtınasının ortasındaymış gibi iliklerine kadar donduğunu ve titremeye başladığını hissetti. Derin derin nefes alarak kendini sakin tutmaya çalıştı; bunların hepsini atlatmıştı ve hala yaşıyordu. Tabii, fiziksel ve zihinsel sağlığı tartışılırdı ama en azından hayattaydı her şeye rağmen.

Belki de karşısındaki cesete bu yüzden bu kadar tepki göstermişti; 8 yıl bu çocukla beraber yaşamıştı ve o da onun gibi hayatta kalmayı başarmıştı ama şimdi, o da daha önceki dayanamayanlar gibi bu dünyadaki son nefesini vermişti. Avuçlarını yüzüne bastırarak ellerinin yüzünden iki yanına düşmesine izin verdi ve cesede ilk defa detaylı bir şekilde baktı. Çocuğun normalde parlayan, hafif yanık teni belli bir şekilde solmuştu ve bir kan gölcüğünün ortasında yatıyordu. Lulu onu öldüren yarayı veya yaraları göremedi o mesafeden; sırtında olduğunu tahmin etti. Dilini sertçe ısırdı ve tırnaklarını pantolunun kumaşını delecekçesine bacaklarına geçirdi düşünebilip kendini kaybetmemek için; acı onun için en etkili yöntem değildi ama en azından odaklanmasına yardımcı olmuştu. Çocuğun vücudunu incelemeliydi; her zaman bayılanlara veya cesetlere uyguladığı bir işlemdi bu. Titrek elleri siyah, deri eldivenlerini aradı kemerine tuturulmuş ufak bir çantada ve onları bulunca hızlıca ellerine geçirdi. Bu işin hızlıca bitmesini istiyordu; arkadaşını daha da fazla bu durumda görmek kızı mahvediyordu. Çok şey görmüştü aslında; ölü bir çocuğun parçalanmış cesedini, yaşlı bir adamın bayılıp tam onu incelerken son nefesini aldığını, bayılmış bir kadına pansuman yapmaya çalışırken kadının uyanıp onu boğmaya çalışması yüzünden kadına onu bayıltmak için vurunca kadının daha hızlı ölmesini.

Bunları düşünemezdi; bütün bu eski anılar onu şu andaki görevinden ve şu andan uzaklaştırıyorlardı. Bu yüzden bu düşünceleri zihnin derinliklerine gömüp cesede doğru yürümeye başladı. Her zamanki güvenli adımları, dik ve güçlü duruşu ve parlayan gözleri yoktu bugün; sanki bir ceset canlanmış gibiydi tam tersine: titrek ve güçsüz adımlar, kambur bir duruş, cansız gözler. En sonunda sonsuzluk gibi gelen bir yürüme süresinden sonra çocuğun yanına varmıştı. İstemeye istemeye eğildi ve hüzünlü gözlerini çocuğa dikmeye zorladı kendini. Onca ceset görmüştü; en korkuncundan en basitine kadar ama hiçbiri onu bu kadar incitmeye yetmemişti. Hiçbiri midesini bu kadar bulandırmamıştı. Aslına bakması gerekirse şu anda en çok midesini kendisi bulandırmayı başarıyordu. Neden olduğunundan o da emin değildi ama öyleydi işte. Kafasındaki bu düşünceleri de kovalayarak eldivenli elleriyle çocuğu ters çevirdi ve tişörtünü omuz hizasına kadar sıyırdı. Sırtında ikisi derin ve temiz, üçü yüzeysel ve kirlenmiş, toplamda 5 bıçak yarası vardı. Çocuğu tekrar düz çevirdi ve gövdesini büyük bir dikkatle incelemeye başladı. Kasığıyla karnın arasında iki tane bıçak yarası vardı; bunlarda derin ve temizdi.

Çocuğun tişörtünü cansız bedeninden çıkardı ve incelemeye koyuldu. Açık kahverengi tişörtte kesikler yoktu ama üstünde kan lekeleri mevcuttu. Lulu tişörtü dikkatle koklamaya başladı; kan, ter, erkek deodarantı kokuyordu. Yani kısaca kokması gereken şeylerin hepsi vardı bu tişörtte ama tuhaf olan kokladığı kadın parfümü ve sigaraydı. Lulu bu çocuğu tanıyordu – kendi kendine kızdı ona bunca zamandır çocuk dediği için, adı Edwardo’ydu; herkesin onu çağırdığı adıyla Ed – ve Ed kesinlikle sigaraya yaklaşacak bir tip değildi, tam bir Yeşil Ay’cı denebilirdi onun için. Sonra tişörtü yere bırakıp Ed’in vücudunu incelemeye geri döndü. İlk başta derin ve temiz olan kesikleri incelemeye koyuldu. Kesikler ortalama olarak 15 santimden uzun değillerdi ama derinlikleri de en az 10 santimdi. Bu kesiklerde belli bir enfeksiyon işaretti yoktu; tam tersine o kadar temizlerdi ki şaşırtıcıydı. Kesiklerin önemli noktalarda olduğunu da kaçırmamıştı; iki bıçak kalbin hemen arkasına saplanmış, biri omurgayı 1-2 santimle kaçırmıştı resmen, öbürü karaciğerin birazcık üstündeydi. Karnındaki iki kesikten biri tam pankreasın oraya, öbürü de midesiyle kalın bağırsağı arasında bir yere girmişti. Gayet profesyonel bir iş ustalığıydı bu, kişi bıçaklar veya hançerler konusunda zengin bir bilgi haznesine sahip olmalıydı.

Öbür üç kesik, yani yüzeysel ama kirli olanlar, daha rastgele atılmış gibi duruyordu. Biri sol akciğere yakın atılmıştı ama asla hedefine ulaşamamış gibi duruyordu. Öbürü iki yara ise birbirlerine daha yakınlardı ve belin hemen altındalardı. Beceriksizceydi bu atışlar, acemicelerdi. Sonra yaraların etrafında sadece pislik değil, bir boya da gördü. Öylesine bir boya da değildi bu, rujlarda kullanılan tipten boyalardandı. Lulu sırıttı kendi kendine. Bir hikaye oluşturmuştu bile kafasında.

Bir kadın ve bir adam. Kadın daha acemi, büyük ihtimalle adamdan genç. 20li yaşlarında henüz. Adam ise 30ların sonlarında, bu işten emekli olma yaşı yaklaşıyor. Bu yüzden artık o bir üstad, kadın da bu yüzden bu adamla bir görevde. Bu üstaddan bir şeyler öğrenebilmek için. Kadın büyük ihtimalle bir bara gitmiş olan Edwardo’ya yaklışıyor sinsice ve birkaç içkiden sonra onun sırlarını öğrenmeye başlıyor. Ed ise susuyor hemen, kalkmak istiyor. Kadın Ed’i kalmaya ikna edemeyince adam devre giriyor ve Edwardo’yu karnından vuruyor. Ed ise hemen tabancasını çıkarıyor ve ortalığı karmaşaya veriyor, talan ediyor dükkanı kaçabilmek için. Bıçakları yarasından çıkarıyor ve onları rastgele bir yere atıp kaçmaya başlıyor. Adam ise onun nereye gideceğini kafasında şöyle bir kestirmiş; bu kedi fare oyununu sayısız kez oynamış. Sonunda Ed’i buluyorlar ve çocuk kaçamadan sırtından yediği darbeler üzerine yere yığılıp birkaç dakika içinde ölüyor. Adam bu işte eski ama cani değil, çocuk acı çekmeden ölüyor. Peki ama asıl soru neden? Neden ona işkence edebilecekken onu öldürmeyi tercih ediyor? Bu soru kafasını kurcalıyordu Lulu’nun; bilgiye karşı asla bitmeyecek olan açlığını harekete geçiriyor, merak ateşini ise körüklüyordu.

Lulu o sırada çocuğun eski, pislenmiş kotunun cebinde bir şişlik fark etti. Elleri meraklı, cebe uzandı ve küçük, deri kaplı kırmızı bir defter buldu. Defterin açılmasını önlemek için bağlanmış ipi çözdü ve defterin sararmış sayfalarını karıştırmaya başladı. Her sayfada Ed’in yazısı vardı ama genellikle yazdığı kalemlerin rengi, yazı boyutu ve düzgünlüğü farklıydı. Defterin neredeyse hepsi doluydu ama Lulu’nun ilgisini en çok en son yazdığı şeyler çekiyordu. En sonunda o sayfayı buldu; yazı biraz dikkatsizce ama güzelce yazılmıştı.


24 Mayıs.

Bugün bir abimin olduğunu öğrendim ama kimseye söylemedim bunu. Neden söylemediğimi bilmiyorum; belki de abim artık benim düşmanım olduğu için. Benim çalıştığım kurumun karşıtı bir kurumda çalışıyor ve bu da bizi düşman yapıyor. Birbirimizi öldürmemiz gerekebilir ve, o küçük kardeşini öldürdüğünü yada ben abimi öldürdüğümü bilemeyebilirim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Biraz içkiye ihtiyacım var, düşüncelerimi dağıtacak yada en azından puslayacak birkaç bardak içkiye. Daha fazla öğrendikçe yazarım defterim.



Yazı burada son buluyordu. Lulu defteri birden bire kaptı ve defteri sıktı parmakları arasında. Şimdi bu mantıklı geliyordu. Bu adam büyük ihtimalle Ed’in abisiydi ve kardeşini öldürmüştü. Belki de ilk başta farkında bile değildi bunun, sonra Ed söylemişti ona. Aynı defterinde yazdığı gibi. Lulu yeşil-mavi gözlerinin yaşlarla yandığını hissetti; kendinden ve yaptığı bu şeyden daha önce hiç bu kadar tiksinmemişti. Ed’in yüzünde dolaştı eli; hem onu okşuyordu, hem de içinden özür diliyordu. Yaşları sessizce akıyordu Lulu’nun; diyecek herhangi bir söz ne çocuğu geri getirecek, ne de onun abisi tarafından öldürüldüğü gerçeğini değiştirecekti. Derin bir nefes alıp gözlerini çocuğun cansız çehresine odakladı. Görüşü bulanıktı belki ama yeterince görmemiş miydi zaten? Çocuğun mahremiyetini de yeterince kurcalamıştı. Artık burada daha fazla duramazdı. Son gücüyle, “Despedida, viejo amigo.” diye seslendi Ed’e çocuğun ana dilinde ve çocuğun açık, parlaklığı ebediyen kaybolmuş, artık cansız olan kahverengi gözlerini kapadı. Sonra ayağa kalktı ve topukları üstünde sertçe dönerek gölgelere doğru yürümeye başladı. Karanlığa, ne kadar ait olmak istemese de ait olduğu yere.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Lulu Hellenna Bones
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
The Godfather :: Kimlik İşlemleri :: Rp Puanlama-
Buraya geçin: